Bir otobüs yolculuğunda yaşlı bir yolcu ayaktaysa, aynı otobüste yolculuk yapan gençler yer vermek için birbiri ile yarışırdı eskiden. Basit bir hareket gibi görünür ama aslında içinde derin bir saygı ve adab yatar. İşte bu küçük jest, toplumun temel taşlarından biridir aslında Adab-ı Muhâşeret.
Toplum içinde yaşamanın, bir arada olmanın getirdiği sorumluluklardan biri de adab ve edeb kurallarına uymaktır. Bunlar sadece formaliteler değil; birer saygı dilidir, insanın kendi nefsine ve çevresine duyduğu hürmetin dışa vurumudur. Otobüste büyüklere yer vermek, cenaze evinde sessiz ve saygılı olmak, büyüklerin sözünü kesmeden dinlemek; bunlar sadece görgü kuralları değil, vicdanımızın aynasıdır.
Bugün maalesef pek çok yerde bu kurallar unutuluyor, göz ardı ediliyor. Gençlerin ulu orta sigara içmesi, söz dinlemek yerine yüksek sesle tartışmalar, aile içinde anne-babaya karşı saygının azalması… Tüm bunlar, toplumun bağlarını gevşeten, bizi biz yapan değerleri erozyona uğratan tehlikeli eğilimler.
Adab ve edeb, sadece büyüklerin beklentisi değil, nesiller arası köprüdür. Konuşurken karşılıklı saygıyı korumak, insanları rahatsız edecek hareketlerden kaçınmak, toplumun ortak yaşam alanlarında birbirini anlayabilmek için şarttır. Bir genç, annesine babasına saygı göstermiyorsa, o toplumun geleceği ne kadar sağlam olabilir ki?
Toplum içinde edeb kurallarına uymak, aslında insan olmanın gereğidir. Nezaketle yaklaşmak, kırmadan konuşmak, başkalarının haklarına riayet etmek… Bunlar, bireyin kendi saygınlığını da artırır. Çünkü saygı, alınan değil, verilen bir değerdir.
Adab-ı Muhaşeret, sadece sözde kalmamalı. Hayatımıza işlemiş bir prensip olmalı. Çocuklarımıza öğrettiğimiz ilk ders, belki de ‘saygı’dır. Toplum içinde küçük bir iyilik, büyük bir huzurun başlangıcıdır.
Unutmayalım ki, bir toplumu güçlü kılan şey, bireylerin birbirine gösterdiği saygı ve sevgidir. Bu saygı ve sevgi olmadan, ne kültür kalır ne medeniyet. İşte o yüzden, her gün küçük adımlarımızla, adab ve edebimizi yaşatalım. Çünkü gerçek insanlık, saygının kalbinde atar.
Bazen düşünüyorum da… Biz ne ara bu kadar değiştik? Ne ara ‘ayıp’ dediğimiz şeyler, ‘normal’ hale geldi? Ne zaman gözümüzü kırpmadan birbirimizin değerlerini çiğnemeye başladık?
Bir zamanlar, bir mahallede biri vefat ettiğinde o mahallede hayat yavaşlardı. Evlerden müzik sesi kesilir, acı paylaşılırdı. Çay, şeker, yemek götürülür; “başınız sağ olsun” demek insanlık borcu sayılırdı. Bugünse ülkede bir şehit haberi geldiği gün, gençler araçlarında müzik son ses… Eğlence tam gaz… Sanki kimsenin canı yanmıyor bu ülkede.
Adab-ı muaşeret dediğimiz kavram, sadece kitaplarda mı kalmalıydı?
Eskiden büyük bir odaya bir yaşlı girdi mi, gençler ayağa kalkar yer verirdi. Şimdi ise büyüklerin varlığı bile fark edilmiyor. Aynı apartmanda oturan insanlar birbirini tanımıyor. Eskiden bayram sabahı akraba kapılarına gidilir, eller öpülürdü. Şimdi telefon bile açılmıyor.
Eskiden Ramazan’da oruç tutanlara saygı gösterilirdi. Tutmayanlar öyle ulu orta yiyip içmez, en azından gözetirdi. Şimdi kafelerde, sokakta, otobüste saygı kayıp. “Ben özgürüm” deniyor, evet doğrudur… Ama özgürlük başkasının değerini çiğnemeye izin vermez. Saygı, herkes için geçerli bir haktır.
Eskiden ezan okunurken dükkânlar kepenk indirir, çalışan eller dururdu. Kur’an sesi geldiğinde sokakta bile yürüyen yavaşlardı, dinlerdi. Namaz kılana saygıdan önünden geçilmezdi. Şimdi kimsenin umurunda değil.
Ve genç kızlarımız...
Bizim büyüklerimiz eli öpülesi anneler ve nenelerimiz bir erkekle karşılaştığında başını öne eğerdi. Erkeklerin önünden geçmemeye özen gösterir, giyimiyle hayâsını kuşanırdı. Şimdi bazı gençler sokaklarda, okullarda, sosyal medyada neredeyse örtüsüz dolaşır gibi giyiniyor. Sadece kendini değil, herkesi utandıran bir cesaretle... Hangi gelenekten, hangi terbiyeden, hangi vicdandan doğdu bu davranışlar?
Sokakta el ele, dudak dudağa öpüşen gençleri görünce, içimizdeki eski evlerin ahşap kapıları, sabah mahalle fırınından gelen sıcak ekmek kokusu, komşunun çocuğunu da kendi çocuğu gibi seven ninelerimiz utanıyor sanki... Biz utanalım diye değil, hatırlayalım ve düzeltelim diye yazıyorum bunları.
Nezaket, saygı, edepli olmak… Bunlar dindarlık meselesi değil sadece. Bunlar insan olma meselesi. Bir insan, karşısındakine “senin sınırına saygı duyuyorum” diyorsa, işte orada gerçek bir medeniyet başlar.
Bugün çocuklarımız bu değerlerle büyümezse, yarın başka neyle övünebiliriz? Teknolojiyle mi, modayla mı, gösterişle mi? Bir milleti ayakta tutan teknoloji değil; aile, ahlak, edep ve karşılıklı saygıdır.
Gelin, geç olmadan toparlanalım. Gençlerimize örnek olalım. Sadece konuşarak değil, yaşayarak anlatalım. Çünkü adab sadece sözle öğretilmez; davranışla gösterilir.
Ve unutmayalım ki, adab olmayan yerde insanlık eksik kalır.
Bizler eskiden okullarda öğretmenimize karşı çok saygılı davranırdık, onlar bizim tıpkı annemiz ve babamız gibiydiler, ama maalesef şimdi okullarda öğrenciler öğretmenlerini takmıyor bile. Sayın Valimiz umarım bu yazımızı okumuş olur . Adab-ı muhaşeret kuralları okullarımızda, hiç olmasa tüm sınıflarda en azından günlük bir saat te olsa verilmeli idye ümid ediyorum . Sevgiyle kalın
Yorumlar